"Yarin Gunes Dogacak" 265 sayfalik bir roman ve biteli iki yil oldu. Redakte ederek burada yayinlayacagim
James Brown - Woma...
Yarın Güneş Doğacak: Sayfa 1

Perşembe, Şubat 02, 2006

Sayfa 1

Güneş iyice yüzünü göstermiş olsa da, kış güneşinden ne kadar ısı beklenirse, o kadarı evinin içine süzülsün diye, bir taraftan çayını yudumlarken, arada bir okumakta olduğu kitaptan başını kaldırıp, gökyüzünde asılı duran şubat güneşinin kollarını izleyerek, kendisini ısıtmasını bekliyor, umut pompalamaya çalışıyordu, yalnız yüreğine.

Kaç ay olmuştu emekli olalı? Üç, beş ay mı? Hesapladı. Tam tamına beş ay beş gün. Ne tesadüf; oysa insan bu kadar tesadüfü yakalayamazdı, istese bile. Beş ay, beş gün, ne bir eksik, ne bir fazla. Hani beş ay onaltı gün falan olsaydı, herkesin hayatı gibi olacaktı. Ama ısrarla, beş ay, beş gün. Okumakta olduğu kitaba dönecekti ki, çayının bitmiş olduğunu fark etti. Güneşin şubatta verdiği ısı yetmiyordu anlaşılan, vücudunu iliklerine kadar ısıtmaya. En iyisi bir fincan çay daha koymalıydı kendisine. Kalktı.

-Şu balkon kapısını da kapatmalı artık.Yaz güneşi değil ya bu. Üşütür, diye düşündü, bir yandan fincanına çay koyarken. Çayını ya bardaktan, ya da porselen fincandan içmeyi severdi; kahvaltıda incecik, saydam, tertemiz, billur gibi bir çay bardağından içilmeliydi ona göre, hiçbir kap, kahvaltıda bu denli haz veremezdi insana. Oysa çevresinde ne çok insan, şu seramik kupalardan içerdi. Kocaman; hani, çayın yarısına gelmeden içindekini soğutan, hantal ve koca kupalardan. O sevmezdi bunu. Tertemiz ve leziz olmalıydı; gördüğü, dokunduğu her şey. Sabah kahvaltısından sonraki her çay da mutlaka bir porselen fincandan olmalıydı.

İlk defa aklına takıldı. Neredendi bu porselenler?

-Chodziez, made in Poland. Demek Polonya malıymış.

Aslında genelde Polonya malıdır porselenler, ama 30 yıldır sahip olduğu bu porselenlerin markasını ve menşeini ilk kez merak edip, çay fincanının tabağının tersinde ne yazdığına bakmıştı, bugüne dek neden bakmadığını düşünerek, bir taraftan da salonunda genelde okuma koltuğu olarak kullandığı, sultan koltuğuna doğru yürüdü.

Tam fincanını koltukta rahat ve düz durabilmesi için, içi köpükle doldurulmuş koltuk sehpasına koyarken, kedinin mırıltısı ile yüzüne bir gülümseme yayıldı.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home