"Yarin Gunes Dogacak" 265 sayfalik bir roman ve biteli iki yil oldu. Redakte ederek burada yayinlayacagim
James Brown - Woma...
Yarın Güneş Doğacak: Sayfa 2

Cuma, Şubat 03, 2006

Sayfa 2

-Prenses! Uyandın mı kızım? Hadi gel anneye, gel bakayım, diyerek fincanını sehpaya bırakır bırakmaz, sultan koltuğunun ayak ucunda bulunan Prensesin sepet odasına doğru uzandı ve yanağını okşadı. Ama Prenses henüz uyku mahmurluğu ile, yerinden kıpırdamadan, bir daha miyavladı sahibesine, gözleri henüz yumuk yumuk.

-Uyanamadın mı kızım? Uykunu alamadın mı daha? Prenses önce bir patisini uzattı sepet odasından, sonra diğerini ve bir daha baktı sahibesinin yüzüne ve gülümseyen sevgi dolu bakışını yakaladı. Biliyordu, sahibesi ona bakardı, onu severdi, onu korurdu. Bu güvenin verdiği özgüvenle bir daha miyavlayıp, şöyle iyice bir gerindi, esnedi ve sahibesinin ayaklarına sürtünmeye başladı. Alara da uzanıp Prensesin başını okşadı. Henüz uyku mahmurluğu vardı üzerinde. Yavaş yavaş atacaktı üzerinden bu mahmurluğu kedisi. Zaten bütün kediler aynı değil miydi? Özgür. Onlar kendileri karar vermeliydi, sahiplerine veya sahibelerine ne zaman yaklaşacaklarına. Bir başkası onlar adına karar vermeye kalkmamalıydı. Bunu da ancak kedi besleyenler anlardı; bilirdi.


Çayı soğumadan az şekerli çayını yudumlarken, gözleriyle okşadı kedisini; ılık ılık, yürek yürek sevgi gönderdi gözlerinden, besledi onu bir hayvana duyulabilecek en sıcak içtenlikle;ılgıt ılgıt. Biliyordu Prensesin huyunu. Kalkar, gerinir, sanki nerede olduğunu kavramaya çalışırcasına birkaç saniyelik kavrama yetisini sorgular, sonra da su içmeye giderdi. Prenses Alara’nın düşüncelerini okumuş da, sanki bunları eyleme geçirmezse sahibesi gönül yarası alırmış hissiyle, bir daha miyavlayıp, bir iki adım attı, döndü yine Alara’ya baktı ve doğru banyonun yolunu tuttu.

Zilin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Kapıyı açmaya giderken, yüzüne bir gülümseme yayıldı, otomatiğe basıp, apartman kapısını açtı. Kimseyi beklemiyordu bu saatte, bu olsa olsa evlat gibi büyüttüğü, sevdiği yeğeniydi. Ne güzel bir genç kız olmuştu. İnce, narin, hareketli, ışıl ışıl. Ama her yirmi bir yaş gençliği gibi heyecan, açlık ve saldırı doluydu yaşama.

Şu gençler bazen ne kadar akıldan uzak kalıyorlardı. Ama gençlik de bu değil miydi zaten? Adıyla müsemma derlerdi eskiler, delikanlılık.

Merdiveni çıkarken yeğeninin apartmanda çıkarttığı tok çizme seslerini dinledi, boşlukta güm güm gümleyen ve o kapıyı bir daha çalmadan, daire kapısını açtı, sevgili kızını karşılamak için.

-Aşkım! Hoş geldin. Neden geleceğini haber vermedin?

-Aman halacığım, bugün işim erken bitti, buralara da yakındım zaten. Aramaya gerek yoktu. Hem arasaydım, sen yine bir sürü telaşa girer, ben

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home