"Yarin Gunes Dogacak" 265 sayfalik bir roman ve biteli iki yil oldu. Redakte ederek burada yayinlayacagim
James Brown - Woma...
Yarın Güneş Doğacak: Eylül 2006

Salı, Eylül 26, 2006

Sayfa 42

Tüp ile ısıtılan katalitik dedikleri sobanın başında, yere yayılmış fazladan bir battaniyenin üzerinde yediler bir kişiye zor yetecek salatayı, biraz patates yemeğini ve makarnayı. Emine’yle Adem makarna yerken kocaman kocaman ekmek lokmaları da atmışlardı ağızlarına.Beslenmeden uzak bir akşam yemeği.Açlık zor şeydi; sadece karın tokluğuna bile şükür etmesini öğrendi Alara bu insanlardan, lokmalar boğazına dizilerek.

-Ocak falan de vereceklermiş anacığım, ama sanırım bu hafta böyle geçer, haftaya kalır, dedi Adem.

-Olsun oğul, ben idare ederim şincik bunnanan.

Alara düşündü. Yanına fazla para almamıştı, ama kredi kartı yanındaydı. Acaba kredi kartıyla hiç olmazsa bir küçük tüp alabileceği yer bulabilir miydi? Yarın sabah komutanı bir ziyaret eder, öğrenirdi. Şimdi sırası değildi bunu konuşmanın. Kalktı.

-Aaaa, sen onu bırak bacım, ben yıkarım şincik hepisini berabe. Ne o öle tencereni alıp gidimiveyon? Olumumuş hiç öle şey? Ama sovuk suynan yıkacem, idare edive sen de artık, hı?

-O zaman Emine hanım, ben sana sıcak su temin edeyim, sen bulaşıkları yıka, ben de çay yapayım. Anlaştık mı?

-He ya, neden olmasın ki?

Çaylarını yine Emine hanımın çadırında içiyor, bir taraftan da Pazar gününden beri olanları konuşuyorlardı. Saat kaçta ilk sarsıntı olmuştu, hızını alamayıp, kaçta ikinciye silkelenmişti acun. Hepsinin bir bir anlattılar konuklarına.

-Adem, bir doktora götürdün mü anneni, babanı? Hatta sen de bir görünmelisin. Ne de olsa çok büyük bir şok yaşadınız. Bu öyle kolay başa çıkılacak bir olay değil. Hele senin durumun onlardan da kötü, baksana, her gün gidip toprak altından birilerini çıkartmaya çalışıyorsun. Üstelik evin, işyerin de yıkılmış.

-Yok. O kadar çok insan var ki bizim gibi, hangi birimize bakacaklar? Üstelik yaralılar var bizden önce.


-Bazen insanın görünmeyen yarası daha büyüktür evlat. Kimsenin göremediği derinlere gider çöreklenir de, bir gün, zamansız, çağırılmadan, hiç

Sayfa 41

-Doğru, öğrenmenin sonu yoktur derdi bizim Lisedeki matematik hocamız. Sizinki de o hesap anlaşılan.

-Doğru söyledin. Aynen öyle. Gündüz yoktun?, dedi merakla Alara.

-Yoktum. Öyle kötü ki burada durumlar. Hala yıkıkların altından insan arıyoruz. Ben de yardıma gidiyorum. Yapacak bir şey de yok zaten bu ortamda.

-Üzüyordur bu seni.

Erkekliğe sığdıramadığı için koyvermedi Adem, gözlerinde biriken yağmurları. Sigarasını bir daha çekti derin derin,

-Hayat bazen yaşarken cehennemle tanıştırabiliyor insanı, dedi yutkunarak, başı önünde.

Söyleyecek bir şey bulamadı Alara. Tenceresindeki suyun fokurdaması imdadına yetişti.

-Annen çok ısrar etti beraber yiyelim diye.

Kaynamakta olan suyun içine makarnadan yarım paket boşalttı. Kendi başına çeyrek paket yeterdi, ama madem üç kişi olacaklardı, yarım paket ancak yeterli olurdu. Bir iki damla da sıvı yağ gezdirdi sonra, makarnaların birbirine yapışmaması için.

-Ben izninizi isteyeyim şimdi, görüşürüz birazdan.

-Tabi, ne demek. Görüşürüz, dedi Alara ayaklanıp, gencin elini sıkarken. Çadırdaki sessiz dünyasına gönderdi Adem’i.

Makarnanın pişmesinden bayağı sonra ancak gelebilmişti Emine tepsisiyle. Kimbilir kaç kişi vardı yemek kuyruğunda, diye geçiriyordu Alara içinden, bir taraftan Emine’ye gülümserken.

-Makarna soğudu Emine hanım seni beklerken. Ben biraz ısıtayım şunu, sen sofrayı hazırlayıncaya kadar. Kahvaltıdan beri bir şey yemediğinden acıkmıştı.


-Hadi ısıt da gel madem, ben de çadırda gazete yayem de, yerle gırık olmasın, he? dedi Emine, Alara’dan bir cevap beklemeyip, çadırına girerken.

Sayfa 40

Yan çadırdan bir erkek sesi duydu Alara. Seyfi dayı köye gittiğine göre, demek Adem gelmişti. Neyse. Yemeğini yedikten sonra bir çay demlerdi, çağırırdı onları yine. Tanışırdı genç adamla, konuştururdu biraz.

Suyu çadırın girişine koyup, çadırın içine girdi. Lambasını yaktı. Hava soğumaya başlamıştı. Gündüzün sıcağında fazla gelip de çıkardığı kabanını alıp tekrar sırtına geçirdi. Bir paket makarna da alıp, dışarı çıktı.

-Aleydim sana da yicek bişeyle bacım. Bak Adem de gelmiş, yiyiverirdik şuracıkta bizim çadırda. Senin bu çadır da pek minnacıkmış, yemek neyim yenmez ki orda. Hadi alem de, hep berabe yiyiverelim işte, hı? diyen Emine’nin sesiyle başını uzattı çadırından.

-Emine bacı, sen git al yemeğini. Ben de bu arada biraz makarna pişiririm; o kadar istiyorsan, yine beraber yeriz. Ama orada dağıtılan yemeği alamam ben, anlamıyor musun? O başkalarının rızkı. Benden daha muhtaç olanların rızkı. Hadi bakayım sen yollan şimdi.

-Eh, sen bilin ya madem. Bugada okumuşun, helbet vadır bi bildiğin senin de, diyerek elindeki alüminyum sininin içinde birkaç kap kacakla uzaklaştı Emine.

Tenceresine su koyarken, bir ses duydu arkasında Alara.

-Hoşgeldiniz.

-Hoşbuldum Adem. Babanla annen sözetmişti senden, adını biliyorum.
Benim adım da Alara, dedi yerden kalkmadan, başını yukarı kaldırıp.

-Sizin için yapabileceğim bir şey var mı, dedi bir taraftan sigarasının birikmiş külünü silkelerken Adem.

-Şimdilik yok, ama yemekten sonra benimle çay içersen sevinirim. Okumuş bir gence benziyorsun. Oturup sohbet ederiz biraz. Belki birbirimizden öğreneceğimiz şeyler vardır, ne dersin?

-Estağfurullah, benim size öğreteceğim ne olabilir ki? Ama çay içeriz, iyi olur.

-Belli mi olur Adem, kimin kime ne öğreteceği. Bak, buraya geldiğim şu birkaç saat içinde bile neler öğrendim ben, bir bilsen.

Sayfa 39

-Sen al yemeğini Emine bacı. Benim yemeğim var. Hüzün girmişti aralarına. Uzaklaşmışlardı. Her ikisi de kendi acılarına dalmıştı. Konuşmadan yürüdüler çadırlarına.

-Hadi sen git de geç kalma Emine bacı, sonra yine konuşuruz.

Perşembe, Eylül 14, 2006

Sayfa 38

-Ninem, ben oturmayacağım. Sen sağ ol. Hayır duanı eksik etme bizlerden, o yeter bize. Ama seninle bir sigara da ben içeyim, deyip, bel çantasından kendi sigarasını ve çakmağını çıkarttı.

-Kaybın var mı Ayşe nine?

-Olmaz mı yavrım? Olmaz mı? Hangimizin yok ki? Üç torun vermişim toprağa, derken ellerini gökyüzüne kaldırdı,

-Sıra bendeydi! Ne istedin kuzucuklarımdan? diye haykırdı. Acı bağlamış yüzünün gözpınarlarında akacak yaş bile kalmadığından, yaş yerine keder süzülüyordu göz çukurlarından yanaklarına doğru.

-Ayşe nine, deyip, bir eliyle sıkıca kavradı kuru omzunu bu tarih abidesinin. Acın büyük, biliyorum, ama metin olmalısın. Allah geride kalanları bağışlasın sana. Acını yüreğine göm, onları da üzme daha fazla.

-Doğru dersin yavrım, doğru dersin ya, bir de benim yüreğimi yarsan da içindeki yangını bir görüversen. Elim golum balı, çocuhlamın acısına melhem olameyom, dedi tarihi çınar yavaş yavaş boynunu bükerek.

Söyleyecek bir şey bulamadı Alara. Yoktu söylenecek bir şey çünkü. Evet, bu insanların yüreklerini yarıp da içlerine bakmalıydılar acının ne olduğunu görmek için, şimdi sıcak evlerinde sudan sebeplerle kavga etmekte olanlar. Elini yavaşça çekti yaşlı kadının kuru omuzundan. Almıştı acının bir parçasını kendi içine. Her acı biraz daha olgunlaştırmıştı onu. Şimdi bambaşka bir olgunlukla daha tanışıyordu. Çaresizliğin, yitik yaşamların ardından çekilen acının olgunluğu. Kendi çocuklarını düşündü. Sahip olduklarının kıymetini bir kez daha anladı. Her şeye rağmen, bütün acılarıyla yaşam devam edecekti. Devam edecekti, kimseyi umursamadan zaman, kendi yoluna. Ya buna ayak uydurulacaktı, ya da kendine acıma bencilliğiyle, saldırganlaşılacaktı ilkel bir yaratık gibi.

-Allahım, ne kadar şanslıymışım ben, ne kadar körmüşüm bazen. Teşekkür ederim, dedi içinden gözlerini bulutlarda gezdirirken.

-Ayşe nine, hadi kal sağlıcakla. Fırsatım olursa yine uğrarım sana. Ama şimdi gitmem lazım.

-Sağol yavrım. Allah yolunu açık etsin. Güle güle git, diye uğurladı Ayşe nine onları.

-Yavaş yavaş akşam çökmeye başladı. Gidelim kap kacak alalım da, yemek dağıtılan çadırdan yemek almak için sıraya girelim bacım, sesiyle uyandı keder denizinden Alara
.

Sayfa 37

-Yok. Yorgun değilim ben. Emekli olduğumdan beri sürekli dinleniyorum zaten. En iyisi hareket edeyim biraz. Hadi gel beraber gidelim su doldurmaya.

-Eh, sen bilin madem. Senin bu bidon da pek ince bişeymiş, patlamasın içine su koyunca?

-Patlamaz merak etme. Onlar katlanabilsin diye böyle ince yapılmışlar. Ama oldukça sağlamdırlar. Gülümsedi Alara.

Bir taraftan sohbet ede ede, çadırlarda yaşayan insanlarla tanışa tanışa yol alırken, Emine gururla tanıtıyordu Alara’yı komşularına, ‘tee Bursa’dan gelmiş bizim gönlümüzü almaya, yardım da getirmiş, dağıttımdı az evvel’- açıklamalarıyla tulumbaya vardılar. Hemen bidonu kaptı Emine Alara’nın elinden, ama uğraştı, didindi, açamayınca,

-Eh, ben açamadım da bunu be. Hadi bi açıve de, doldurem ben.

Ilık ılk gülümsedi Alara karşısındaki bu yüreği büyük kadına. Aldı elinden bidonu, açtı ağzını, uzattı tekrar Emine’ye. Emine mutlu olmuştu, bir işe yarayabildiği için. Biraz önceki acısını yaşamamışcasına mutlu, gülümseyerek, doldurdu bidonu.

Bidon Emine’nin elinde, birlikte yürümeye başladılar çadırlarına doğru. Bu sefer biraz dolanarak, diğer çadırlara da merhaba diyerek, dönüş yolunu uzattılar. Her yeni tanıştığı çadırdaki acıyı içine aldı Alara; bütünleşti bu insanların acısıyla. Yapabileceği bir şeyler daha olmalıydı. Bu insanlar sefalet içindeydi. Çadır vermişlerdi, battaniye vermişlerdi vermesine, ama buraların soğuğunda battaniye ne kadar ısıtırdı ki bu insanları. Keşke bu gibi durumlarda, uyku tulumları verilebilseydi, battaniyeden çok daha sıcak tutardı kış günü uyku tulumları.

-Bacım bu Ayşe nine, diye tanıştırdı Emine onu, yaşlı bir çınarla. Yüzünün derisi kat kattı Ayşe ninenin.

-Merhaba Ayşe nine. Nasılsın?

-Hoşgelmişin, sefa getirmişin yavrım. Cigara getirmişin, Emine bana da vediydi. Bak goynuma soktum. Çıkardı gösterdi Ayşe nine iki paket sigarayı. Allah razı olsun yavrım. Cigaranın birini açmadım. Sakladım. Cigarasız galınca, içim çok çekince açıcem. Buyur otur, soluklan bi yol, deyip oturduğu tahta oturağı boşalttı Alara otursun diye.

Sayfa 36

Allahım ne güzel insanları vardı bu yurdun, ne güzel paylaşmayı bilebiliyorlardı bu zor günde. Köy ruhuydu bu, imece ruhuydu.

-Saat beş oldu. Senin oğlan ne zaman gelir Emine hanım?

-Valla belli olmaz ki bacım. Dükkanı da yıkıldı. Öyle doleneyo. Ona buna yardım edeyo işte. Hala göçüklerin altından insan çıkartıyola. Adem’im de güçlü kuvvetlidir maaşallah, yardımcı oluyo, elleriynen gazıyo toprağı, insan çıkartıyo altından yıkıkların.

-Çocuğun onun için de morali düzelemiyordur zaten. Her yıkığın altında insan ararken, kendini kaybediyordur, kendi yavuklusuyla bebesini arıyordur Allah bilir.

-He doğru dedin bacım. Heral öyle düşünüyodur.

-Emine hanım, ben senin bardaklarını vereyim, deyip uzandı bardakları aldı kevgirden.

-Ne zahmet ettin be bacım, ben yıkayıverirdim. Sen niye elini sürdün?

-Emine hanım, sen hiç merak etme, 45 yaşındaki şehirli karılar da bilir bulaşık yıkamayı.

-Aboo... Sen 45’inde vamın bacım?

-Varım ya Emine bacı. Senden büyükümdür Allah bilir, hı?

-Böyükmüşün ya. Ben de sandımdı ki, benden küçüksündür.

-Sen kaç yaşındasın peki?

-Bu yıl kırk oldum. Onüçümdeydim Seyfi’ye gönlüm düştüğünde. Ondördümde de, gaçmıştık, bizimkile beni vemeyince. Onbeşimde de bebemi almıştım zaten gucama.

-Akşama bol bol sohbet ederiz seninle. Şu benim bavulu çadıra koyayım da ben, seninle şöyle bir dolaşalım, hem de benim bidona su doldurup gelelim, ne dersin?

-Ben alıp geliverem sana su, sen yorulma. Zatı yol yorgunusun. Geldin geleli de hiç dinlenemedin zatı.

Cuma, Eylül 08, 2006

Sayfa 35

Çocuklarını hatırladı hemen. Merak ederlerdi. Emre’ye söylememişti ama Duygu mutlaka haber vermiştir kardeşine, diye düşündü. Hemen çocuklarına bir mesaj yazdı.

-Seni seviyorum. İyi ki varsın. Hayatımda var olduğun için çok mutluyum. İyiyim. Merak etme. Sultandağı’ndayım, aynı mesajı önce oğluna, sonra kızına gönderdi. Her ikisinin de ileti raporunu hemen aldı.


-Bacım, ben bunların hepisini verdim. Aha bu da boş çantan. Keşkem bi şeyimiz olaydı da, biz de sana vereydik, çantanı dolduraydık, seni öyle göndereydik burladan. Kövde tarlada sebzemiz va, meyvemiz va, ama nasın gidip de getiricen ki şincik. Kusura galma sen, e mi?

-Emine hanım! Şaşırdın mı sen? Niye kusura bakayım? Ben buraya sizlerle birlikte olmaya geldim. Hele siz bir hayatınızı kurun bakalım. Belki yaza da görmeye gelirim sizleri. Siz de başınızı sokacak bir yer bulursunuz da, toprağa tarlaya bakacak duruma gelirsiniz. O zaman yerim meyvenizden. Ha, bu arada söyleyeyim, Seyfi dayı köye gitti. Ben gönderdim. Anlattı Alara ne için gönderdiğini.

-Sence bi faydesi olu mu ki bacım?


-Belki olmaz Emine hanım, ama belki medyanın dikkatini köyün üzerine çekeriz de, birileri yardımcı olur. Hayat sürprizlerle doludur, belli mi olur? Hem yukarıdaki de görür yaptıklarımızı, gayretimizi boşa çıkarmaz belki, bakarsın bir el uzatır da, kısmetini açar köyün.

-İnşallah bacım, inşallah. Dualan gabul olur inşallah. Bu çantanı n’edelim?

-Hepsini dağıttın mı?

-He dağıttım, dağıt dediydin ya, diye soran gözlerle baktı Emine.

-Kendine hiçbir şey ayırmadın mı?

-Yo, hökümat veriyo bize yicek Allaha şükür. Başkalarının bebeleri va, yaşlıları va.

-Peki, Seyfi dayı için sigara da ayırmadın mı? Sigara da vardı o çantada?

-Yo, ayırmadım. Sen dağıt dediydin ya. Biz sigara buluruz zatı.


-Peki Emine hanım, peki. Anladım. Eline koluna sağlık, derken kadının tokgözlülüğüne hayran hayran baktı Alara. Kendilerine hiç birşey ayırmamıştı.