"Yarin Gunes Dogacak" 265 sayfalik bir roman ve biteli iki yil oldu. Redakte ederek burada yayinlayacagim
James Brown - Woma...
Yarın Güneş Doğacak: Temmuz 2006

Pazar, Temmuz 23, 2006

Sayfa 34

-Bu hepsinden de iyi oldu, deyip anlatmaya başladı Alara, muhtara neler söylemesi gerektiğini, köydeki kadınları nasıl örgütleyip, Cumhurbaşkanının yolunu kesebileceklerini, medyanın dikkatini nasıl üzerlerine çekebileceklerini ve bunun ne gibi yararları olabileceğini.

-Sen çok eyi düşünmüşsün be bacım, diye heyecanla fırladı Seyfi dayı ayağa. Ama nasın gidem ki ben şincik oraya? deyip, devamını getiremedi kaldı, adeta balon gibi söndü. Yılların verdiği yöneticilik deyimiyle hemen belindeki çantaya davrandı Alara.

-Bu oraya gidip gelmeye yeter mi Seyfi dayı? deyip, bir beş milyonluk uzattı adama.

-Yok bacım olmaz. Zatı yapmışın sen yapıceni. Bak yardım getirmişin, gönül almaya gelmişin, derken sözünü kesti Alara onun,

-Biliyor musun Seyfi dayı? Bununla sadece bir kilo et alabilirim ben, pek fazla bir şey alamam, o eti de bu ay yemediğimde, bir tarafım eksilmez. Hem ben depremzede olsaydım, sen de bana yardıma gelmez miydin? Nerden biliyorsun altı ay sonra da benim evimin yıkılmayacağını?

-Gelirim bacı, hem Emine’yi de alır gelirim. Biz seni gardeş belledik.

-Hadi al şunu o zaman, sen bir köye git bakalım ne yapabileceksin. Ben de eşyalarımı yerleştireyim, sonra da bakalım çevreyi gezeriz biraz Emine hanımla. Tamam mı?

-Tamam bacım. O zaman sen Emine’ye deyiver köye gittiğimi. Meraklanmasın, akşama dönerim, akşama dönemezsem, yarın sabaha dönerim. Hadi eyvallah şincik madem.

-Hadi sana uğurlar olsun.

Alara çadırının kanatlarına yerleştirdiği tencere kombinasyonunu aldı, Emine’nin getirdiği suyla bardakları yıkayıp kevgire yerleştirdi. Tencereyi boşaltıp, kurulama beziyle kuruladıktan sonra, plastik aseton şişesindeki bulaşık ilacını ve bulaşık süngerini tekrar tencereye yerleştirdi ve bardakları da kurulayıp, ortalığı toparladı. Emine’nin getirdiği bardakları ayrı koydu, gelir gelmez hemen verirdi.

Sayfa 33

-Adem’in bir yarası yok ki bacım, dedi Seyfi dayı. Onun her nesi varsa içindedir. Yiyip bitiriyo gendini. Deprem olduğunda o bakkaldaymış. Bakkalda olmasaydım, kurtarırdım Gülüm’ü deyip duruyo.

-Tamam işte Seyfi Dayı, biz de zaten yaraya bereye değil, Adem’in içine bakacak bir doktor bulacağız.

-Şu ilerdeki çadırda yüklü bi taze va, doğumu yakındır, biberonlardan onlara da verem mi? diye araya girdi Emine.

-Kime ne münasip görüyorsan ver Emine Hanım. Nasıl istiyorsan öyle yap. Yeter ki, değsin verdiğin yer, gerçekten ihtiyacı olan insanlar olsun.

Sonra başladı Seyfi dayıyla konuşmaya. Oğlu için ne yapabilirdi bilmiyordu, bir söz de vermek istemiyordu, ama elinden geleni yapacaktı.

-Bacım, yarın Sezer bizim Deresenek’ten geçecemiş. Oraya mı gitsem, ondan mı yardım istesem acep, ne dersin?

-Bak bu çok iyi Seyfi dayı. Cumhurbaşkanımız meclistekiler gibi kavga peşinde değil, kavga etmesi gereken kimse yok, onun için, hem de bir hukukçu da olduğu için, daha çok insan sevgisiyle doludur. O kültürlü, erdem sahibi bir adam. Yalnız onunla Adem için konuşamazsın. Sana bu fırsatı vermezler. Eğer o fırsatı vermiş olsalar mutlaka çözerdi tepedeki, ama biliyorsun işte, bizde Devlet halktan kopuk yaşar ve kendini Milletten üstün sayar, dokundurmaz kendine, ‘dokunulmazlık’ dedikleri zırhın içine girer, unutur oraya bizi vekaleten gittiklerini meclistekiler. Ama Cumhurbaşkanımız öyle değil, o bir hukukçu. O çok daha farklı bakar oturduğu koltuğa ve Meclise. Neyse. Öyle çözemeyiz, ama bir şey yapabiliriz. Sen bugün Deresenek’e gidecek vasıta bulabilir misin?

-Buluruz heral, dedi Seyfi dayı başını önüne eğerek. Gözünden kaçmadı Alara’nın.

-Peki, muhtarla aran iyi mi?

-He eyidir Allaha Şükür, amcamın oğlu olur.

-Bak bu çok iyi oldu Seyfi dayı; hem de çok çok iyi oldu, dedi Alara. Peki senin bu amca oğlun, senin dediğine kulak verir mi?

-Çok saygılı çocuktur. Heç garşı gelmedi daa bi yaşlıya.

Sayfa 32

Gece ıslık çalmış Adem, Ayşegül’ün evinin önünde. Anlamış Ayşegül. Gece herkes yatınca, Adem’in onu beklediği okul bahçesine gitmiş. Anlatmış Adem kıza. Kız atılmış boynuna. Gece evine dönmemiş. Gece demeyip, Emine’nin hazırladığı çıkını alıp, doğruca Sultandağı’ndaki anasının ahretliğine gitmişler. Anasının ahretliği dul bir kadın olduğundan ve hiç çocuğu da olmadığından, evlat bellemiş ikisini. Ertesi gün kalp krizinden ölmüş Gavur Hüsam, ama gelini üzülmesin diye bildirmemiş Emine ne gelinine, ne oğluna. Bir müddet korkmuş çocuklar başlarına bir şey gelir diye, saklanmışlar. Ama sonra bakmışlar ki kimseden ses soluk çıkmıyor, hemen nikahlarını kıymışlar. Dul Hacer zengin kadınmış, bir ev vermiş ahretliğinin oğluna. Seyfi de elindekini avucundakini ortaya dökmüş, bir bakkal dükkanı açmışlar Adem’e. Üç yıllık evlilikten sonra, iki yaşındaki bebesiyle göçüp gitmiş biricik gelini ahırete.

-Oğlun nasıl şimdi Emine hanım?

-Valla ne deyim hanımım, sanki garısı bir yere gezmeye gitmiş de gelecekmiş gibi dolanıyo. Baksan yüzüne hiç anlamazsın. Ama uyku basınca rüyada ağlıyo, biliyon mu? Sonu n’olucek, biz de bilemeyoz.

-Allah sabır versin hepinize.

Emine iki gözünden sıralı akan yaşları saklamadan, kaldırdı başını gökyüzüne, uzak uzak baktı.Uzaklardan birisine acısının hesabını soruyordu sessiz sessiz. Seyfi de başını önüne eğmiş cigarasını tüttürüyordu.

-Sizin acınıza merhem olamam, sadece dua edebilirim. Ama kimbilir daha ne acılar yaşayanlar vardır, hadi gelin onların acısına da ortak olalım. Bak Emine hanım, bu çantanın içinde bütçemin yettiğince bir şeyler getirdim. Bir bak bunlara, kimlere verebiliriz bunları, kimlerin işine yarar. Yalnız senden ricam, ne olur, gerçekten ihtiyaç sahiplerine verelim. Onun için bu işi sen yap, ben bilemem kimin neye ihtiyacı olduğunu.

-Ben yaparım, sen zahmet etme hanımım. Başka bir şey istersen de bana, elimden ne gelirse yaparım. Sen bize gardaşlık oldun gayrı. Allah senden razı olsun. Yaramıza melhem oldun, Allah da senin yaralarına melhem olsun.

-Amin. Hepimizin. Al bu çantayı. Biz de Seyfi dayıyla bir sohbet edelim bakalım, Adem için ne yapabiliriz. Sanırım onun bir doktora görünmesi iyi olacak.

-Allah gönlünün muradını versin bacım, dedi Emine, çek çek bavulu önüne çekerek.

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

Sayfa 31

-Ver o sürahiyi bana da, şu benim tencereye biraz su koyalım, dedi kadının elindeki kaba uzanarak.

-Yerde yapabilcen mi gayfeyi? Ben yapaydım. Sen yoldan geldin, oturup dinleneydin hanım?
-Benim adım Alara.

-A...Ney?

-A-la-ra, gülümseyerek heceledi. Anladın mı? A-la-ra.

-A-la-ra, diye yineledi Emine tane tane. A-la-ra, birdaha. Alara. Seyfi bak, bacının adı A-la-ra’ymış dedi kocasına seslenerek, ama yine hata yapmamak için hece hece.

-A...neyin? Ben bacım deyim, olur mu?.

-Olur Seyfi dayı. Canın ne istiyorsa onu de. Ha Ayşe, ha Fatma, değişen ne ki, ben senin bana seslendiğini anlıyorum. Rahat ol.

Su kaynayınca Alara bardaklara kahve doldurdu, içmeye başladılar. Gelinini anlatmaya başlamıştı Emine. Fidan boylu, ceylan gözlü, eline çabuk, oğluna sevdalı Ayşegül’ü. Deresenek’te küs oldukları ailenin tek kızıymış Ayşegül. Oğluna sevdalanmış, oğlu da ona. Babası vermemiş kızı. Ne diller döktüyse de Emine’yle Seyfi , imana gelmemiş Gavur Hüsam, vermemiş kızı. Bakmış Emine olacak gibi değil, kız sararıp soluyor bir taraftan, oğlu içine kapanmış öbür taraftan, almış kocasını karşısına.

-Efendi, efendi; bu böle olmecek. Başka çare galmadı. Sen beni nasın gaçırdınsa, biz de Ayşegül gızımızı öyle gaçırcez. Bizim oğlan sarardı soldu. Sen beni gaçırdın, babamgille küstü deyi, usturubunnan alalım gızı dedik, oğlumuzla gelinimiz de aynı üzgüntüyü yaşamasın dediydik ama bıçak kemiğe dayandı. Oğlan günden güne mecnuna döndü. Öle oldu ki, gızı gaçırmeyi bilem düşünemeyo. Ben gararımı vedim. Oğlanı alıcem garşıma gonuşucem, ama sen de babasısın, sen ne deyon bu işe?

He demiş Seyfi Emine’ye. O da düşünüyormuş aynı şeyi de, meğer karısına açamıyormuş, kendi de bir zamanlar Emine’yi kaçırdığından. Konuşmuş oğluyla Emine. Oğlunun gözlerinin feri gelmiş, bunu duyar duymaz.

-He ana, he; ben de düşünüyordum başka çare kalmadığından, ama Ayşegül’e de soralım. Bakalım kaçar mı benimle?