"Yarin Gunes Dogacak" 265 sayfalik bir roman ve biteli iki yil oldu. Redakte ederek burada yayinlayacagim
James Brown - Woma...
Yarın Güneş Doğacak: Haziran 2006

Salı, Haziran 06, 2006

Sayfa 30

-Anan sağdır demek başında. Eyi bari. Kimin kimsen olmayaydı, daha bi güç olurdu hayat.

-Emine hanım nerede Seyfi dayı?

-Gelinle torundan bahsedince, sessiz sessiz ağlamak için eve kaçmıştır.
Ev dediğim de şu bizim çadır işte.

-Hadi sen bir bakıver Emine hanıma. Acısını yüreğine merhem yapsın,
güçlü kadın maşallah o. Allah başka torunlar verir. Git bir bak da, sonra oturup birer kahve içelim, hem de şu benim bavulu açalım, bakalım karar verelim, kime neler vereceğimize.

-Valla bakem gelem de bacım, bizde kahve neyim yoktur ki misafire ikram edelim.

-Seyfi dayı, ben sana ne dedim? Ben sizden bir şey almaya gelmedim. Vermeye geldim. Benim kahvem de var, ocağım da. Sen yalnız gelirken, kahve yapacak su getir bize, bir de ikinize bardak getir. Benim tek bardağım var çünkü.

-He ya, tamam. Ocaanı gördüm. Bi garip bişey. Bi tüp, borunun ucunda da sacayağı. Tamam. Ben su alem de gelem madem.

O çadırına girdiğinde Alara da çadırının kanatlarını açtı, ortaya çıkarttıklarını çadırın iki tarafındaki kanatlarına yerleştirdi. Kanatları fazla açmamıştı, gece yatarken, üçüncü kapıyı da kapatabilmek için.

-Kusura bakma kardeş. Acı işte. Allah kimsenin yavrusunu almasın. Kimsenin, dedi göz pınarlarından akmak için çağlayan yaşları kirpikleriyle içerek Emine.

-Allah sabır versin Emine hanım.

-He ya bacım. Ne olurdu kurban olduğumun Allahı şu ölümü sıralı vereydi? Ama kader işte.

-Allah, senin benim düşünemediklerimizi düşünür, göremediklerimizi görür Emine hanım.

Yapabileceği bir şey olmamasına rağmen kolunu kadının omuzuna attı, ona dayanma gücü vermek umuduyla.

Sayfa 29

Uyku tulumunu hiç açmadan yerleştirdi çadırına. Çamaşırlarının bulunduğu torbayı çadırın en dip köşesine koydu, onun karşı köşesine, çadırın hemen girişine de erzakını. Kampçı ocağını, katlanmış kampçı bidonunu, katlamalı taburesini, pilli radyosunu, hem pille, hem de akü ile şarj olabilen lambasını ve tencere-tava-tabak-kevgirden oluşan kap kombinasyonunu da çıkardıktan sonra, çantanın ceplerinden, bardak, çatal-kaşık-bıçak, küçük bir şişe sıvı yağ ve buzdolabı torbalarına konmuş poşet çay, krema ile karıştırılmış neskahve ile şekeri ve tuzu çıkarttı.

-Hakketen evini sırtında taşıyonmuş sen be bacım. Buncacık çantadan neler çıkardın yav? Sırtın acımadı mı bunca şeyi taşımaktan?

-Acımadı Seyfi dayı. Hem benim çantamın kayışları sırt acıtmaz, hem de senin sandığın kadar ağır olmaz bunlar. Bunlar kampçılar için özel hazırlanmış malzemeler. Bütün kampçılar sırtında taşır bunları.

-Valla şaştım kaldım. Ne deyem?

-Seyfi dayı, nerdensin sen? diye sordu. Sultandağı dağ başı değil, bu adam çok fazla şaşkın bunlara. Galiba buralı değil, diye düşündü.

-Yengenle ben Deresenek’te otururuz, ama ev galmadı tabi. Oğlan da buradaydı. Gelinle bebeyi toprağa verince, ne oğlanda ne bizde ev de galmayınca, oğlanın yanına geldiydik, yalnız kalmasın böyle günde deyi.

-Başın sağ olsun dayı. Allah sabır versin sana da, ailene de.

-Sen sağol bacım, dedi gözlerinden yaşlar gelerek adam. Bi ben değilim ki, bi biz değiliz ki, bir sürü va bizler gibi bacım. Yüreğimizi dağlayıp oturuyoz işte. Benim acım öbüründen böyük, öbürününkü benden böyük, acımızı yüreğimizi melhem yapıp yaşamaya çalışıyoz işte.

Elini uzatıp, kolunu tuttu adamın. Acısını kendi yüreğine aldı. Hafif bir çekindi adam, Alara’ya baktı,

-Sen eyi bi insansın bacım. Yaramızı sarmaya geldin. Allah da senin yaralarını sarsın. Tek başına buralara geldiğine göre, Allah bilir sen de neler yaşamışındır da, saklıyorsundur yüreğinde.

-Hepimizin derdi vardır Seyfi dayı, hepimizin. Benim anacığım, kulakları çınlasın, ‘dertsiz kaya dibi, orada da ekmek yok’ derdi beni büyütürken.

Sayfa 28

-Bir şey daha var. Birazdan senin hanımı da çağır, hem tanışırız hem de getirdiğim yardımları kime vereceğimizi kararlaştırırız. Malum, ben bilmem kimin en çok neye ihtiyacı olacağını.

-Tamam bacım. Sen nasın dersen öyle yaparız. Ben bekleyem seni burda. Yok, yok, ben hanımdan bi kap alem de, sana biraz su getirem, bizim de sana bi yardımımız olsun.

-Kap almana gerek yok. Benim bidonum da sırtımda.

-Bu çanta hepsini alıyo mu bunların be bacım?

-Görünce anlarsın. Hadi yardım et de, şu sırtımdaki çantayı indirelim madem bu kadar bir şey yapmak istiyorsun.

Utangaç utangaç yardım etti adam. Önce çantanın üzerine bağlı matını çıkardı Alara, sonra da hemen çantanın altına kayışlarla tutturduğu çadırını ayırdı çantadan, Seyfi dayının şaşkın bakışları ve acemice yardıma koşarken, aslında hiç yardım gerekmediğini idrak etmesi, çaresizliği yaşaması duyguları eşliğinde. Bir taraftan konuşurken on dakikada kurmuştu çadırı Alara, aslında kendisine yardım etmek için tepinen adamın hiçbir yardımı gerekmeden. Sonra matının kayışını çözüp, çadırının içine yerleştirdi.

Alara yere çömelince, ayakta kalmak kadına saygısızlık olacakmışçasına, Seyfi dayı da çömdü onunla birlikte.

-Hoş geldin kardeş, dedi yanlarından bir orta yaşlı kadın sesi.

-Bu benim hanım. Emine, bu bacı da Tanrı misafiri. Te Bursa’dan gelmiş bizi ziyarete.

-Merhaba Emine hanım. Hoş buldum

Kadın şaşaladı. Öyle ya, kaç kere hanım yerine konmuştu ki, şu
koskoca ömründe.

-Benim biraz işim var. Biraz sonra sohbet ederiz seninle Emine hanım.

-Bi isteğin neyim var mı gardeş? Sesi çıktı ağzından, kendi de şaşırdı
nasıl konuşabildiğine. Ona hanım demişti!

-Şimdilik yok, sağ ol Emine hanım. Birazdan otururuz hep birlikte. Şu işlerimi bitireyim de önce, diyerek çantasını boşaltmaya devam etti.

Sayfa 27

-Teşekkür ederim. Zamanınızı aldım. Ben başımın çaresine bakarım bundan sonra.
-Ayağına sağlık bacım. Kusura bakma. Seyfi dayı ilgilensin seninle.

-Gel benle bacım, dedi adının Seyfi olduğunu öğrendiği yoldaşı Alara’ya.

Alara’nın aklı Ramazan’da kalmıştı. Gencecikti, ama adeta 70 yaşında bir
genç gibiydi. İçi yandı.

-Seyfi dayı, su var mı buralarda? diye sordu yoldaşına, düşüncelerinden sıyrılarak.

-He, var bacım. Motorla su çıkattıla bize. Susuz olmeyo, n‘apıcen? Her işin başı su. Hiç olmazsa hastalık neyim olmeycek. Şükür halımıza.

-Öyle Seyfi dayı, öyle. Yalova depreminde su da yoktu. Siz onlardan gene şanslısınız.
-Sen oraya da mı gittiydin bacım?

-Gittimdi ya.

-Sen evliyamın bacım? Ha bak, bura işte Ramazan beyin dediği yer. Benim çadır da şu senin yanı başındaki. Olur mu burası? Beğendin mi?

-Beğenmek mi Seyfi dayı? Şaşırdın mı? Ben buraya size yüreğimle geldim, insanlık adına geldim, borcumu ödemeye geldim. Tatile gelmedim ki. Beğenmek ne demek?

-Sen hakketen evliya gibin be bacım. Hadi gel bi soluklan bizim çadırda., ondan sonra gurarız çadırını. Hem ben sana yardım da bulurum, çadırını gurmak için.

-Seyfi dayı. Şimdi beni dinle. Ben yorgun değilim, bu bir; çadırımı da kendim kurarım, bu da iki; eğer işin yoksa buralardan ayrılma da, suyun yerini göster bana işim bitince, bu da etti üç. Anlaştık mı şimdi Seyfi dayı?

Seyfi dayı sesini alçaltarak ve şaşkın gözlerle bakarak,

-Anlaştık bacım. Tamam. Sen nasıl istesen öyle olsun. Ne de olsa Tanrı misafirisin bize.

Sayfa 26

-Sağ ol arkadaşım.

-Ne arkadaşı bacım, sen daha çocuk sayılın bizim yanımızda.

-Öyle mi dersin? diye gülümsedi, 45 yaşında olduğunu tahmin edemeyen adama.

-Öyle ya. Biz merdiven dayamışız ellimize. Şunun şurasında ne galdı?
Üç sene sonra elli olucez işte. Yaşadığımızı yaşamışız zatı, dedi özlemle kavrulup, bezginlikle yaşayan bir vurdumduymazlık arkasına saklanmış iç ezikliğiyle.

-Ramazan bey, bak bu bacıyı gomutan göndermiş. Hele bi bakıve bakalım.
-Buyurun.

-Merhaba, diye başlayarak bir kez daha anlattı Alara buraya gelinceye kadar yaşadığı aşamaları.

-Hanım, biz buradaki insanları zaten zor doyuruyoruz, bir de sizin gibi misafir ağırlayacak durumda değiliz ki, dedi Ramazan hoşnutsuz bir sesle, kılını kıpırdatmadan, bir taraftan da Alara’nın kendisine uzattığı kağıdı okumaya eğilerek.

Kağıdı okuyunca toparlandı biraz. Kadın yalan dememiş demek ki, dedi içinden geçirerek.

-Ben beni ağırlamanızı istemiyorum Ramazan bey, dedi Alara gülümseyerek. Benim evim sırtımda, erzakım da sırtımdaki çantanın içinde. Size bir yüküm olmaz, diye cevapladı adamı. Aslında kötü bir adam değildi besbelli. Ama yılmıştı, şu birkaç gün içinde yaşanan, bin yıla benzer zorlukları yaşarken.
Halini anlamışçasına ılık ılık baktı adama.

-Kusura bakma be bacım. Öyle perişanlık var ki buralarda. Çadırlarda ölülerine ağlayan insanların dirilerine sevinemeyen seslerine, bebelerin soğuktan üşüyüp ağlamalarına, çocukların ‘anne, karnım acıktı’ sesleri karışırken, erkeklerin çaresiz ve ezik bakışları karışıyor da içimizi kavuruyor valla. Nasıl anlatsam bilmem ki, yaşamayan bilmez işte. Kusura bakma. Seni de böyle turist gibi görünce, anlamadık maksadını. Allah razı olsun bacım. Seyfi dayının orada bir boşluk var, bak bakalım oraya kurabilir misin çadırını? Seyfi dayı, madem sen getirdin bu Tanrı misafirini, al bakalım, ona bir yer ayarla senin oralarda.